''Haftanın Köşesinde Konuğumuz Murat Muratanoglu''



Sınırsız Güç Sınır Tanımayınca

Murat Murathanoğlu



“NCAA tarihinin gelmiş geçmiş en büyük basketbol coach’u sizce kim?” diye soruyordu anket. UCLA Bruins Üniversitesi’nin efsane coach’u John Wooden gelen toplam oyların % 50’sini almış ve Mike Krzyzewski, Bobby Knight, Dean Smith ve ‘diğerleri’ şemsiyesi altında toplanan Adolph RuppPete Newell, Eddie Sutton, Lefty Driesell, Lute Olson, Lou Henson, Henry Iba, Phog Allen, Ray Meyer, Don Haskins, Jerry Tarkanian, Denny Crum ve Gary Williams gibi hepsi kariyerlerinde kendisinden daha fazla galibiyet elde etmiş isimlerin tümünün toplamından daha fazla oy toplamış. Şimdi Wooden’ın imajı ‘perfect’ bir imajdı. Eşiyle olan ilişkisinden tutun, aile hayatı, oyuncularının mezuniyet yüzdesi, mezun olanların kariyerleri boyunca ona danışması ve ona fikir sormaları. Sessiz sakin tavrı, basketbol oynayan öğrencilere disiplinden taviz vermeyen ama yine de sabırlı ve babacan yaklaşımı, maç kazanmayı değil oyuncularının oyunlarını ve daha da önemlisi kişiliklerini geliştirmeye yönelik ‘öğretmen’ hüviyeti. Hepsi bir araya gelince Wooden her halde ‘tanrısal’ yetkilere ve kontrole sahip ilk NCAA coachu durumuna yerleşmişti. Büyük başarı genelde ilk olarak büyük popülerliği, ardından başarı devam ettiği sürece büyük gücü ve bu güçle birlikte büyük bir sorumluluğu getirir. Wooden’ın zamanındaki şartlarla şimdiki şartlar çok farklı olduğundan dolayı belki bazı şeyleri gizli tutmak daha kolaydı. Hiç bir şekilde Wooden’ın başarılarını ve elde ettiği ‘tanrısal’ imaja dil uzatmak istemiyorum, çünkü ABD’ye ayak bastığım andan itibaren adamcağız ölene kadar onun büyük hayranıydım. Evdeki kitaplarım arasında en az 4-5 tane Wooden kitabı vardır. (Gerçi Joe Paterno kitabı da var, ama ona ilerleyen satırlarda sıra gelecek). Ancak son bir kaç hafta içinde Penn State Nittaly Lions veSyracuse Orangemen üniversitelerinde patlak veren skandallardan sonra bir geri adım atıp, biraz daha ayaklarım yere basarak efsaneleri ve tanrısal seviyeye yakın yetki ve popülarite kazanmış kişileri yeniden değerlendirme kararı aldım. Ne kadar büyük isimler olurlarsa olsunlar! 
Her ne kadar profesyonel sporlarda unutulmaz veya efsane coachlar olmuş olsa da, artık gücün ve oyun kontrolünün oyuncuların eline geçmiş olmasından dolayı basketbolde Red Auerbach, NFL’de Vince Lombardi veya Tom Landry, MBL’de Casey Stengel, Connie Mack veya Sparky Anderson gibi sınırsız güce sahip coachlar göremeyeceğiz. Büyük bir ihtimalle geçen sezon Los Angeles Lakers’dan emekli olanPhil Jackson kadar o platforma yaklaşabilen bir başka coach da olmayacak gibi. Ancak NCAA’lerde durum farklı. Sözde amatör oyuncuların gelecekleri coach olan kişinin iki dudağından çıkacak sözlere bağlı olmasından, özellikle de basketbol ve Amerikan futbolunda takımlar başarılı olduğunda üniversitelerin gelirlerinin akıl almayacak derecede yükselmesinden, NCAA’lerde görev yapan coachlar zaman içinde bir üniversitenin başkanını, yönetim kurulunu veya atletik direktörünü geride bırakabilir. Hatta onlara emredecek duruma gelebilir. Bu ortamın kalıcı bir şekilde sağlanması için gerekli olan şartlardan birisi de o coach’un boy gösterdiği sporun o üniversitede birinci spor değil tek spor olmasıdır. Tek spor olmasının mümkün olmadığını biliyoruz, ama dominant spor sayısının bir olması gerekiyor.
John McKay gibi bir efsane USC Torjans Üniversitesi’nde NCAA Amerikan futbolunu 16 yıl boyunca domine etti. Woody Hayes, Ohio State’de, Bo Schembeckler Michigan’da, Paul ‘Bear’ Bryant Alabama’da ilahi boyutlara ulaştılar. O kadar ki Hayes önemli bir maç sırasında topu çalan rakip oyuncuya oyun durduğunda yumruk atacak kadar ‘yükselmişti’. Bu okullarda beysbol, basketbol ve diğer sporlar her zaman vardı, ama Amerikan futbolu popülerite olarak rakipsizdi. Bu okullar diğer sporların da oynandığı futbol okullarıydı. Tıpkı Wooden’ın UCLA Bruins Üniversi’tesi basketbol okulu olduğu gibi veya Bobby Knight’ın Indiana Hoosiers Üniversitesi’nin basketbol okulu olduğu gibi. Duke Üniversitesi’nde futbol da oynanıyor diğer sporlar da. Ama Duke Blue Devils dendiği zaman akla basketbol, hatta daha doğrusu Mike Krzyzewski gelir yani ‘Coach K’ . Indiana dendiğinde basketboldan ziyade akıllara Knight gelirdi, yani ‘The General’. Duke, Kentucky, Kansas, Syracuse, Georgetown gibi okullar şu anda birer basketbol okulu diyebileceğimiz okullar. Penn State, Notre Dame, USC, Louisiana State (ki Shaquille O’Neal’in oynadığı okuldur), Auburn, Miami ve Florida State gibi okullar da futbol okullarıdır. Hepsinde diğer sporlar yapılır ama futbolun imkânları ve dünyası apayrıdır. 

Son haftalarda bu tür iki okulda, tüyleri ürperten, bu dünya ne hale geldi dedirten ve çocuklarımızı kimlere teslim ediyoruz diye kara kara düşündüren iki olay oldu. Birisi NCAA Amerikan futbolunda, diğeri ise NCAA basketbolunda… Penn State bir futbol okulu ve efsane, hatta ilahi coach Joe Paterno tam 46 yıldır oradaydı. NFL’den aldığı bir sürü teklife rağmen, o kaleyi terk etmedi. Üniversitenin her alanında yapılacak olan yenilikler, gelişmeler ve hamleler Amerikan Futbol takımının ürettiği gelire bakıyordu. ‘JoePa’ lakabını elde eden ‘Baba Joe’ Paterno, 84 yaşına gelmiş olmasına rağmen, bir sürü rahatsızlık ve sakatlıklara rağmen emekli olmuyor ve emekli yapılamıyordu. Daha doğrusu üniversite başkanından tutun en kıdemsiz yöneticiye kadar kimse böyle bir şeyi düşünmeyi bile risk edemiyordu. Ancak 1969 yılından beri Paterno’nun asistanı olan, eski oyuncusu Jerry Sandusky’nin 15 yıllık bir süreçte genç oğlan çocuklara sıkça cinsel tacizde bulunduğu ortaya çıktı. Paterno eski oyuncusu veya asistanlarının karanlık dünyalarını bilemeyebilir. Ancak 2002 yılında Paterno’nun başka bir asistanı Sandusky’yi Penn State Futbol Takımı’nın duşunda 10 yaşındaki bir oğlan ile‘oynaşırken’ görüyor ve JoePa’ya söylüyor. JoePa ise inanmıyor veya inanmak istemiyor. Hiç bir araştırma başlatmıyor, görmemezlikten ve duymamazlıktan geliyor. Neden mi? Çünkü yıllardır Sandusky’nin sorumlu olduğu ve stratejisini yaptığı, oyuncularını yetiştirdiği Penn State savunması NCAA tarihinin en iyi savunmalarından. Joe Paterno istediği kadar Sandusky’yi yıllardır tanıdığını, ona güvendiğini, onu sevdiğini, oğlu gibi olduğunu, bu tür dedikoduların insanları karalamak için zaman zaman ortaya atıldığını söyleye dursun, işin püf noktası buydu. Sandusky demek mükemmel bir savunma demekti. Mükemmel bir savunma demek galibiyet demekti. Galibiyet demek ise gitgide tanrılaşan bir Paterno demekti. Penn State Futbol Stadyumu’nun girişindeki dev JoePa heykeli kaç coach’a nasip olmuştu? Şu bir gerçekti ki, Paterno takımlarına, takımındaki oyunculara, o oyuncuları yetiştiren coach’lara uygulanan kurallar ile üniversitenin diğer öğrencilerine, öğretmenlerine ve hatta yöneticilerine uygulanan kurallar farklıydı. Joe kuralların, hatta kanunların üstündeydi. Ancak bir çocuğun artık dayanamayarak konuşması sonrasında başlayan çözülmeyle Sandusky’nin tacizine uğramış diğer çocukların şikâyetleri birbir ortaya çıkınca Paterno’yu kimse koruyamadı. Olaylar medyaya yansıyınca, ona laf geçiremeyen, onun karşısında düğmelerini ilikleyen yöneticiler, “Sezon sonunda emekli olacağım” sözü veren Paterno’yu bir günde şutladılar. Okulda ilk olarak büyük bir şok yaşandı, daha sonra öğrenciler basına ve medyaya saldırdı. “Joe’yu geri istiyoruz” çığlıkları atıldı. Sis dağıldığında, en fanatik Penn State futbol taraftarı olan öğrenciler bile o çocuklardan birisinin kendi kardeşleri, yeğenleri veya komşularından birisi olabileceğini düşünmeye başladı. Kimin çocuğu olursa olsun, tarif edilemeyecek bir kötülük yaşanmıştı. Bu kötülüğe göz yumulmuş hatta başarı pahasına bu kötülük örtbas edilmişti. Baba Joe suçluydu. Kendisi bir şey yapmamıştı, ama yapması gerekeni yapmaktan kaçınmıştı ve yapmadığı gibi yaptırmamıştı da. Joe Paterno efsanesi yerle bir oldu. Halen aktif bir coach olmasına rağmen ismini Big 10 Konferansı’nın şampiyonluk kupasına vermişti, o derhal silindi. Heykeli indirildi. Joe kabuğuna çekilirken, görmemezlikten geldiği yetenekli (!) asistanı tutuklandı.
Aradan bir kaç hafta geçti ve buna benzer bir olay Syrcause basketbol takımında yaşandı. Penn State’de futbol nasıl tek (!) spor ise, Syrcause de basketbol tek (!) spordur. Jim Boeheim 1969’dan beri Syracuse coach’u ve tıpkı Paterno gibi hiç bir yere kıpırdamadı. Bernie Fine da onun eski oyuncusu ve 1976 yılından beri de asistanı. Onun da derdi oğlan çocuklarıymış. Her ne kadar birisi onu Sandusky gibi görmüş olmasa da, iki eski Syracuse’lu top toplayıcı çocuk 2002 yılında onu üniversite polisine cinsel tacizden dolayı şikâyet etmiş. Ne bir araştırma, ne de bir sorgulama, hiç bir şey! Syracuse ailesinde her şey her zaman olduğu gibi devam etmiş. Üniversite Polisi’ne şikâyette bulunan genç, 2003 yılında da ESPN’e hikâyesini anlatmış ama destek göremeyince tekrar sessizliğe bürünmeye karar vermiş. Ancak Sandusky olayı patlak verince cesaretlenmiş ve ortaya çıkmış. Şu anda Bernie Fine tarafından cinsel tacize uğradığını iddia eden çocuk (hepsi şimdi büyümüş ve kocaman adam olmuşlar) sayısı üç. Boeheim ilk haber basına yansıdığında 50 yıllık arkadaşını kayıtsız şartsız korudu ve eski top toplayıcıların, “Sandusky davasından dolayı uyanıklık yaparak para peşinde olduklarını ve yalan söylediklerini” savundu. Ancak ne zaman ki Fine’ın eşi ile top toplayıcılardan birisi arasında yıllar önce yapılmış ve kayıt edilmiş bir telefon görüşmesi ortaya çıktı ve kendi eşi Fine’ın problemli olduğunu açıklayıp, olup bitenlerden haberdar olduğunu, çocuğa kendisini koruyamadığı için üzgün olduğunu söylediğini tüm ABD duydu ve kayıdın gerçek olduğu teyit edildi, Boeheim özür diledi ve üniversite Fine’ın hemen görevine son verdi. 

Boeheim, Syracuse Üniversitesi’nden dokunulmazdı. Görüntüsüne bakarak Boeheim’ın bir muhasebeci veya bir kütüphane de görevli olduğunu düşünmek de mümkün. Onun sınırsız bir güce sahip olduğu insanın aklının ucundan bile geçmez. Masumane ve mütevazı bir hali var. İtilmiş kakılmış desek bile uyar. Şimdi Paterno’nun durumundan farklı olarak, hiç kimsenin Fine’ı cinsel tacizde bulunurken görüp kendine rapor etmediğini, üniversite polisinin böyle bir şikâyeti kendine iletmediğini, hatta bunca yıl boyunca Fine’ın herhangi ‘garip’veya ‘rahatsız edici’ bir davranışta bulunmadığını belirtti. Bu konuda haklı olabilir. Ama bazen de insan görmek istediğini görür, onu rahatsız edecek şeyleri görmemezlikten gelir. Mesela Syracuse Üniversitesi’nde hiç bir top toplayıcı takımla birlikte seyahat etmezmiş. Ama çok enteresan; Fine’ı cinsel tacizle suçlayan çocuklardan Bobby Davis, 1987 yılında Syracuse Final Four’a kalırken ve NCAA Şampiyonu olurken, televizyon yayınında bile ekranda görülüyor. Kayıtları var. Maçı en VIP kişilerin oturduğu, en pahalı koltuklardan izliyor. Bu çocukları Boeheim otel lobisinde görmüş, deplasman maçlarında görmüş, hatta Syracuse basketbol tarihinin en büyük başarısı yaşanırken, bu çocuklardan birisi canlı tanıkmış. Nedense jeton düşmemiş. “Benim top toplayıcımın burada ne işi var?” diye şüphelenmemiş. Herhalde nasıl olsa bir şey yoktur veya kurallara aykırı bir durum varsa nasıl olsa bir şey olmaz diye düşünmüş olacak. Kendisinin masum olduğunu savunuyor ve “Ben Joe Paterno değilim” diyor. Evet, Joe Paterno değil. Ama aptal da birisi değil. “Bu resimde yanlış olan ne?” sorusunu soramamış. Evet, durumu farklı, ama ne kadar farklı? Sınırsız güce sahip olanlar, ahlak sınırlarını çizip korumamalı mı? Diyelim ki hiç bir şey bilmiyordu ve ihtimal bile vermiyordu. Top toplayan çocuk her yerde karşısına çıktığında insan biraz uyanmaz mı? “Yahu bizim okulun kurallarını kim, nasıl ve niye çiğniyor?” demez mi! Çocuğu bir kenara çekip, “Evladım sen top toplayan çocuksun. Biz deplasmandayız, burada ne işin var?” demez mi! Paterno kadar suçlu olmayabilir, ama suçsuz da olamaz. Büyük güçle birlikte büyük de sorumluluk gelir. Bu sorumluluğu ve beraberinde getirdiklerini taşıyamayanlar, o güce de sahip olmayı hak etmiyorlardır.

Polis Penn State’de araştırmayı yoğun bir şekilde araştırıyordu. Basına ve medyaya bir tek kelime sızmadı. Nereye kadar biliyor musunuz? Joe Paterno, NCAA Amerikan Futbol tarihinin en çok maç kazanan coach’u olana kadar! Paterno rekoru ele geçirdi, o hafta olaylar basına yansıdı ve 10 gün içinde işinden oldu. Heykelleri yok edebilirler, kupalardan ismini silebilirler, ama NCAA rekor kitabının en tepesinde Joe Paterno ismi daimi olarak yerini buldu. Yani adalet yine tam olarak yerini bulmadı diye düşünüyorum. Ancak Boeheim’ın görevine şimdilik en azından son verilmemesinin böyle bir şeyle alakası yok. NCAA Basketbol tarihinde en çok galibiyet elde eden coach’lar listesinde ilk sırada bulunan Herb Magee’yi yakalamak şansı fazlasıyla var. Ancak sıralamada onun önünde bulunan ve ondan daha fazla maç kazanmış iki coach var ve ikisi de tam gaz yola devam ediyor. Basketbolun ‘tek’ spor olduğu Duke Blue Devils coach’u Coach K ve basketbolun tek spor olduğu Connecticut Huskies Üniversitesi coach’u Calhoun… 

Murat Muratanoglunun yazıları siz değerli basketbol severler için ara ara yayınlanacaktır.Onun gibi bir basketbolseverin yazılarını yayınlamaktan kıvanç duyarız.
Sefa Durmaz

                                                              WWW.SEFADURMAZ.COM

Yorumlar

Popüler Yayınlar